Farklı Olmak, Aynı Kalmak
- ysngngr
- 5 Oca
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 30 Oca
Bir ailede doğarsın. İlk çığlığınla başlar hikaye. Şu dünyaya gelişiyle herkes gibi olan, ama bir yandan da “neden diğerleri gibi olamıyorum?” diye sorgulamaya başlayan küçük bir çocuk. Aynı evde büyürsünüz, aynı sofrada yemek yersiniz. Ama bir bakmışsın, sen başka bir yere bakıyorsun, onlar başka. Neden?
Küçükken fark etmezsin bunu. Sana verilen oyuncakların rengine takılırsın ya da kardeşinin elindekine göz dikersin. Ama büyüdükçe anlıyorsun: Aynı denizde yüzmek, aynı derinlikte yüzdüğümüz anlamına gelmiyor.
Anne babaların en çok kullandığı ifadelerden biri: “Kime çekmiş bu çocuk?” Aslında bu, bir soru değil, bir yargıdır. Kime çekmişim, kimden olmuşum, hangi kalıbın dışına taşmışım? Sanki bir cevabı varmış gibi. Oysa cevap koca bir boşluk. Çünkü insan, ne anneye ne babaya tam çekiyor. Belki biraz çevreye, biraz yaşanmışlıklara, biraz da maruz kaldığı onca acayip şeye.
Sonra mahalleye bakıyorsun. Mahallenin diğer çocukları, aynı çizgi filmleri izliyor, aynı oyunları oynuyor. Ama biri daha sessiz, biri daha öfkeli, biri herkesin lideri. Sırf farklı olmanın keyfine varmışlar gibi. Ya da farkında bile değiller.
Peki ya toplum? Toplum, büyük bir el. Seni bir şekle sokmaya çalışan, seni belirli kalıplara sıkıştırmaya uğraşan dev bir heykeltıraş. İyi bir öğrenci ol, uslu bir çocuk ol, evlen, çocuk yap, sigortalı bir işe gir. Kuralları belli. Ama sen o şekle girmiyorsan? İşte orada başlıyor mesele. Seni “aykırı” diye yaftalıyorlar. Oysa belki de yalnızca farklı bir şekilde gerçekten var oluyorsun.
Bütün bu düzen içinde bir soruyu sormadan edemiyorum: Herkesle aynı olmak mı, yoksa kendi gibi olmak mı daha zor? Çünkü aynı olmak seni güvenli kılar, bir kalabalığa dahil eder. Ama farklı olmak… İşte o yalnız bir savaştır. Kendi rüzgarını bulana kadar seni savurur, durur...
Farklı olmak bazen maruz kalmaktır. Sevmediğin birine, kırıldığın bir söze, görmeyi istemediğin bir şeye. Farklı olmak bazen seçmektir. Belki de onların “yanlış” dediğine gözünü kapayıp orada bir “doğru” görmektir.
Jean-Jacques Rousseau bir zamanlar, “İnsan özgür doğar, ama her yerde zincirlenmiştir,” demiş. Doğrudur. Ama o zincirlerin, farklı olanlar sayesinde gevşediğini kimse söylemez. Herkesin aynı olduğu bir dünya, hiç kimsenin yaşamak istemeyeceği kadar sıkıcı olurdu. Belki de farklılık, bu düzenin nefes alma biçimidir.
Bunu anladığında, bir rahatlama gelir üzerine. Aynı olmak zorunda değilsin. Aynı sofrada oturup, farklı şeyler düşünebilirsin. Aynı mahallede büyüyüp, bambaşka bir dünyaya inanabilirsin. Farklı dünyaların insanı olup, aynı kalpte aşkı bulabilirsin. Aynı gökyüzüne bakıp, kendi hikâyeni yazabilirsin.
Çünkü asıl mesele, başkalarına benzeyip onların gölgesi olmak değil, kendi gölgene ışık tutmaktır…
