top of page

Hayatın Anlamı mı?

  • Yazarın fotoğrafı: ysngngr
    ysngngr
  • 24 Ara 2024
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 30 Oca

Sabah uyandığımda, perdelerin arasından sızan ışık odada kendine usulca yer bulmaya çalışıyordu. Sanki içeriye girmeye hakkı olan bir ziyaretçi gibi, sessizce etrafa dolanıyordu. Ama ben, hâlâ yatakta, beynimin karmaşasında kaybolmuş bir şekilde yatıyordum. Hayat… Anlam… Ne garip kelimeler değil mi? Sanki biri cebimizden çalmış ve bize “Buldum!” diye bağırmamız için oyunun kurallarını yazmış.


Ama ben bulamadım. Bulmak istedim mi, ondan da emin değilim. Belki de anlam aramak, hayata yapışan bir parazit. Kendini çok önemli zanneden, aslında ne işe yaradığını kimsenin bilmediği bir soru işareti.


“Neden yaşıyoruz?” diye sormuştum bir kere. Kendi kendime değil, bilge sandığım birine. Gülümsemiş ve bana, “Yaşıyorsun işte,” demişti. Yaşıyorum işte. Bu kadar mıydı? Yaşıyor olmak başlı başına bir anlam olabilir miydi?


Derin bir nefes aldım. Burnumdan giren hava akışı, içimdeki şehrin sokaklarında dolaşıyor gibiydi. Ve sonra fark ettim: Bu nefes alışımın bile bir anlamı var. Organlarım oksijen istiyor, damarlarımda dolaşan küçücük moleküller enerji peşinde. Ama ruhum… Ruhum ne peşinde?


Bir pencereyi izlerken bile onlarca şey düşünerek kayboluyor insan. Işığın toz tanelerini ağır ağır döndüren dansı, zamanın görünmez elleri gibi. Peki ya zaman? İcat mı ettik, yoksa fark edip adını mı koyduk? Zamana adını biz verdiysek, hayata anlamı da biz mi veriyoruz? Belki. Belki de anlamsızız. Ama bu bile bir anlam taşıyor olabilir. Tuhaf değil mi, anlamsız olma ihtimalimiz bile bir anlam taşıyor.


Sartre, insanın hayatına anlamı kendisinin kattığını söyler. Seçimlerimizle dokuduğumuz bir halı gibi. Ama ya halı dokumak istemeyenler? Ya sadece tarlada yalın ayak koşmak isteyenler?


“Boşluğu kabul etmek,” diyor nihilizm. Ama ben kabul edemem. Boşluğu kabul edemem, çünkü o zaman bile bir kabullenme olacak ve bu, kendiliğinden bir anlam yaratacak.


“Doğayla uyum,” diyor Stoacılar. İyi de, benim doğa anlayışım, rüzgarın beni savurmasına izin vermek, kök salmak değil. Belki de kaybolmak. Kaybolurken bulduğum şeylerin, çoktan orada olduklarını fark etmek.


Hayatıma anlam aradığım zamanlar düşünüldüğü kadar fazla değil aslında. Yaşıyor olmak başlı başına bir anlam değil mi zaten? İnandığın bir değer için kavga etmek, bir kadını anlamak, bir çocuğa ilham olmak, sevmek, üzülmek, gülmek ve sevişmek... Bunlar yeterince çarpıcı değil mi?


İşte, belki de anlam aramak şu an yaptığımız gibi hadsiz bir davranış. Belki insan, anlamı aramaktan daha fazla anlam yaratamayacak kadar kısa yaşıyor.


Pencerenin kenarına bir martı kondu o anda. Beyaz tüyleri, sabah ışığında parlayan bir okyanus köpüğü gibi. Gözleri, sanki tüm cevapları çoktan bulmuş da paylaşmayı reddediyormuş gibi soğuk ve dingindi. Bir an için bakışlarımız kesişti. Ve sonra, hiçbir şey olmamış gibi kanatlarını açıp uçtu.


Belki de martılar anlam aramaz, diye düşündüm. Belki sadece uçarlar. Belki de hayat, uçmanın kendisidir; ötesini aramaksa bizim yükümüz.


photo furkan canverdi
photo furkan canverdi

bottom of page