Kadın; Renklerin ve Işığın Hikâyesi
- ysngngr

- 13 Ara 2024
- 1 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 30 Oca
Işık ne zaman yüzüne değse, başka bir hikaye başlar. Bu, hep böyle olmuştur. Yüzüne düşen gölgeler bile sana bir şey anlatır. Kim olduğunu, kim olmadığını… Ve kim olabileceğini.
Kadın dediğin, bir anlama kapısı. Kimi oradan geçer, kimi kapısına kilit vurur. Ama bilmez ki, asıl kilit kendi içinde. Kendi ışığını bulmadıkça hangi kapıdan geçerse geçsin, hep bir karanlığa yürür.
Ben bir yüz görüyorum. O yüz, sadece bir yüz değil. O yüz, bir dünya. O yüz, sancılarla renklenmiş, hayal kırıklıklarıyla şekillenmiş, kahkahalarla aydınlanmış bir tuval. Ve tuhaf olan şu: Bu tuvali asla bitiremiyorsun. Her fırça darbesi, başka bir hikayeyi ortaya çıkarıyor.
Bazen duruyorum ve düşünüyorum: Renkler neden bu kadar ağır? Çünkü her birinde bir ömür var. Ve ışık neden bu kadar keskin? Çünkü her birinde bir seçim var. Kadın olmak bir tercih değil, bir meydan okuma. Hayata meydan okurken kendi içindeki savaşı kazanabilirsen, işte o zaman dünyanın renklerini gerçekten değiştirebilirsin.
Biliyor musun, her kadının yüzü bir evren. Gözlerindeki ışık, yıldızlar kadar eski. Dudaklarındaki kırmızı, bir savaş alanından arda kalan toprak. O yüzden kimse bana kadın sıradan bir varlık diyemez. Onu sıradan gören, görmeyi bilmiyor demektir.
Kadın, kendi ışığını bulursa, dünyanın rengi değişir. Ama bu kolay değil. Kendi içindeki gölgeleri sevebilirsen, ışığını da bulursun. Çünkü karanlık, ışığın doğduğu yerdir.
Ve sen… Sen kendi hikayeni yazdığında, dünyayı sessizce değiştiren renklerden biri olursun.



